Makale İçerikleri
26 Haziran 2025 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan “Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”, Türkiye’nin turizm politikalarında önemli bir dönüm noktası oluşturuyor. Bu düzenleme, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tasarruf hakkı tanınan orman alanlarının, kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında kalan bölümlerinin, kamu kullanımına açık olmak şartıyla turizm yatırımlarına tahsis edilebilmesine olanak tanıyor.
Yönetmeliğin 12. maddesine eklenen yeni fıkra, özellikle kıyı şeridindeki ormanlık alanların turizme tahsisi projeleri için kullanılmasını mümkün kılıyor. Bu karar, Türkiye’nin turizm sektörünü büyütme hedefiyle uyumlu görünse de, çevresel sürdürülebilirlik, kıyıların korunması ve kamu yararı gibi konularda tartışmalara yol açıyor. Yeni düzenleme, hem ekonomik kalkınma hem de çevresel koruma açısından dengeli bir yaklaşım gerektiriyor. Bu makale, yönetmeliğin detaylarını, olası etkilerini ve kamuoyunda yarattığı yankıları kapsamlı bir şekilde ele alıyor.
Yönetmelik Değişikliğinin Detayları
Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelik değişikliği, 21 Temmuz 2006 tarihli ve 26235 sayılı “Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik”in 12. maddesine yeni bir fıkra ekliyor. Bu fıkra, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tasarruf hakkı verilen orman alanlarından, kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında kalan bölgelerin, kamu kullanımına açık olmak şartıyla turizm yatırımlarına tahsis edilebileceğini belirtiyor.
Bu düzenleme, özellikle turizm sektöründe yeni yatırım alanları yaratmayı hedefliyor. Kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında yer alan ormanlık alanlar, genellikle doğal güzellikleri ve eşsiz ekosistemleriyle dikkat çeken bölgelerdir. Bu alanların turizm yatırımlarına açılması, otel, tatil köyü, rekreasyon alanları ve diğer turistik tesislerin inşasını mümkün kılabilir. Ancak, yönetmelikte belirtilen “kamu kullanımına açık olma” şartı, bu alanların tamamen özel sektöre devredilmeyeceği, halkın da bu bölgelerden faydalanabileceği bir model öngörüyor.
Yönetmelik, 26 Haziran 2025 tarihinde yürürlüğe girerek, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bu alanların tahsis süreçlerini yönetme yetkisi veriyor. Bu değişiklik, Türkiye’nin turizm gelirlerini artırma ve yeni destinasyonlar yaratma hedefiyle uyumlu bir adım olarak değerlendiriliyor. Ancak, çevresel etkiler ve kıyıların korunması gibi konular, düzenlemenin uygulanma sürecinde dikkatle izlenmesi gereken kritik noktalar arasında yer alıyor.
Turizm Sektörüne Ekonomik Katkılar
Türkiye, 2024 yılında dünya turizminde 4. sıraya yükselerek 56,7 milyon yabancı ziyaretçi ağırladı ve bu başarıyı sürdürmek için yeni stratejiler geliştiriyor. Kıyı kenarındaki ormanlık alanların turizm yatırımlarına tahsis edilmesi, bu stratejinin bir parçası olarak görülüyor. Bu düzenleme, özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerindeki kıyı şeritlerinde yeni turistik tesislerin kurulmasını teşvik ederek, turizm gelirlerini artırmayı hedefliyor.
Kıyı bölgelerindeki ormanlık alanlar, doğal güzellikleri ve deniz manzarasıyla, lüks oteller, tatil köyleri ve doğa turizmi odaklı tesisler için cazip bir potansiyel sunuyor. Bu tür yatırımlar, yerel ekonomilere doğrudan katkı sağlayabilir; yeni iş imkanları yaratabilir ve bölgedeki esnaf ile işletmelerin gelirlerini artırabilir. Örneğin, Antalya ve Muğla gibi turizm merkezlerinde, yeni tesislerin açılmasıyla istihdamın artması ve yerel ürünlerin tanıtımı için yeni fırsatlar doğması bekleniyor.
Ayrıca, bu alanların turizme kazandırılması, Türkiye’nin dört mevsim turizm hedefini destekleyerek, yaz turizminin ötesine geçen bir çeşitlendirme sağlayabilir. Doğa turizmi, eko-turizm ve macera turizmi gibi niş alanlar, bu yeni tahsis edilen bölgelerde geliştirilebilir. Ancak, ekonomik katkıların sürdürülebilir olması için, bu yatırımların çevresel etkilerinin dikkatle yönetilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, kısa vadeli kazançlar, uzun vadeli çevresel kayıplara yol açabilir.

Çevresel ve Hukuki Tartışmalar
Yönetmelik değişikliği, kıyı kenarındaki ormanlık alanların turizme tahsisini mümkün kılsa da, çevresel ve hukuki açıdan önemli tartışmalara yol açıyor. Kıyıların ticarileştirilmesi, Anayasa’nın 43. maddesi ve Kıyı Kanunu’na aykırı olabileceği yönünde eleştiriler yükseliyor. Kıyı Kanunu, kıyıların kamu yararı gözetilerek kullanılması gerektiğini ve bu alanların herkesin eşit şekilde faydalanabileceği şekilde korunması gerektiğini vurguluyor. Yeni düzenlemenin, kıyı kenar çizgisinin deniz tarafındaki ormanlık alanları turizm yatırımlarına açması, çevreciler ve sivil toplum örgütleri tarafından doğal ekosistemlere zarar verebilecek bir adım olarak değerlendiriliyor.
Ormanlık alanlar, biyolojik çeşitlilik açısından kritik öneme sahip ekosistemlerdir ve bu bölgelerdeki yapılaşma, flora ve fauna üzerinde geri dönüşü olmayan etkiler yaratabilir. Örneğin, kıyı şeridindeki ormanlık alanlarda yaşayan endemik türler ve deniz ekosistemleri, turizm yatırımları nedeniyle zarar görebilir. Ayrıca, bu alanların kamu kullanımına açık olma şartı, uygulamada nasıl hayata geçirileceği konusunda belirsizlik yaratıyor.
Çevreciler, bu şartın yeterince denetlenmemesi durumunda, kıyıların özelleştirilmesine yol açabileceğini ve halkın bu alanlara erişiminin kısıtlanabileceğini ifade ediyor. Hukuki açıdan ise, düzenlemenin Anayasa’ya ve Kıyı Kanunu’na uygunluğu tartışılıyor; bazı uzmanlar, bu değişikliğin yargı yoluyla iptal edilebileceğini öne sürüyor. Bu tartışmalar, yönetmeliğin uygulanma sürecinde şeffaflık ve denetim mekanizmalarının önemini ortaya koyuyor.

Kamu Kullanımı ve Denetim Mekanizmaları
Yönetmelikte belirtilen “kamu kullanımına açık olma” şartı, kıyı kenarındaki ormanlık alanların turizme tahsisinde kritik bir unsur olarak öne çıkıyor. Bu şart, teorik olarak, bu alanların halkın erişimine açık kalmasını ve yalnızca özel sektörün değil, toplumun da bu bölgelerden faydalanmasını sağlamayı amaçlıyor. Ancak, bu şartın nasıl uygulanacağı ve denetlenmesi gerektiği, yönetmeliğin başarısını belirleyecek önemli faktörlerden biri olarak görülüyor. Kamu kullanımına açıklık, örneğin plajların ücretsiz erişime açık tutulması, yürüyüş yollarının korunması veya rekreasyon alanlarının halka açık kalması gibi uygulamalarla hayata geçirilebilir. Ancak, geçmişte benzer tahsis süreçlerinde, kamu kullanımına açık olması gereken alanların özel işletmeler tarafından kısıtlandığı örnekler, bu konuda endişelere yol açıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, bu alanların tahsis süreçlerini şeffaf bir şekilde yönetmesi ve denetim mekanizmalarını güçlendirmesi gerekiyor. Çevresel etki değerlendirme (ÇED) raporlarının hazırlanması, yerel halkın görüşlerinin alınması ve bağımsız denetim kuruluşlarının sürece dahil edilmesi, bu tür projelerin sürdürülebilirliğini artırabilir. Ayrıca, tahsis edilen alanlarda yapılacak yatırımların çevresel standartlara uygunluğu, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde dikkatle izlenmeli. Bu denetim mekanizmaları, hem çevresel koruma hem de kamu yararı açısından kritik öneme sahip. Bakanlık, bu süreçte yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri ve çevreci gruplarla iş birliği yaparak, toplumun farklı kesimlerinin endişelerini adreslemeli ve projelerin şeffaf bir şekilde yürütülmesini sağlamalı.
Türkiye’nin Turizm Politikaları ve Yeni Destinasyonlar
Türkiye’nin turizm politikaları, son yıllarda çeşitlendirme ve sürdürülebilirlik üzerine odaklanıyor. Kıyı kenarındaki ormanlık alanların turizme tahsis edilmesi, bu politikaların bir uzantısı olarak değerlendirilebilir. Türkiye, 2024 yılında 62,3 milyon ziyaretçi ağırlayarak dünya turizminde 4. sıraya yükseldi ve bu başarısını daha da ileriye taşımayı hedefliyor. Yeni yönetmelik, özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerindeki kıyı şeritlerinde, doğayla iç içe yeni turizm destinasyonları yaratma potansiyeli sunuyor.
Bu alanlar, lüks tatil köylerinden eko-turizm tesislerine, macera turizminden kültürel etkinlik alanlarına kadar geniş bir yelpazede kullanılabilir. Örneğin, Muğla’nın Datça veya Fethiye gibi bölgelerinde, ormanlık alanlarla deniz manzarasının birleştiği noktalar, doğa turizmi için ideal destinasyonlar olabilir. Bu tür projeler, Türkiye’nin sadece deniz, kum ve güneş turizmiyle değil, aynı zamanda doğa ve kültür turizmiyle de tanınmasını sağlayabilir. Ancak, bu yeni destinasyonların geliştirilmesi, çevresel sürdürülebilirlik ilkelerine bağlı kalmayı gerektiriyor.
Türkiye, geçmişte turizm yatırımları nedeniyle çevresel zararlarla karşılaşmış ve bu durum, hem yerel halk hem de uluslararası kamuoyu tarafından eleştirilmişti. Yeni yönetmelikle birlikte, bu tür yatırımların çevresel etkilerinin en aza indirilmesi ve yerel halkın ekonomik fayda sağlaması için dikkatli bir planlama yapılması gerekiyor. Ayrıca, bu alanların turizme kazandırılması, Türkiye’nin küresel turizm pazarındaki rekabet gücünü artırabilir, ancak bu süreçte çevresel ve sosyal sorumluluk bilinci ön planda tutulmalı.
Toplum ve Çevreci Grupların Tepkileri
Yönetmelik değişikliği, kamuoyunda ve çevreci gruplar arasında geniş yankı uyandırdı. Özellikle kıyıların ticarileştirilmesi ve ormanlık alanların yapılaşmaya açılması, çevresel sürdürülebilirlik konusundaki endişeleri artırdı. Çevreci gruplar, kıyı kenarındaki ormanlık alanların turizme tahsisinin, doğal ekosistemlere zarar verebileceğini ve biyolojik çeşitliliği tehdit edebileceğini ifade ediyor.
Bu alanlar, endemik bitki ve hayvan türleri için önemli yaşam alanları oluşturuyor ve yapılaşma, bu türlerin habitatlarını yok edebilir. Ayrıca, kıyıların halkın ortak malı olduğu ve bu alanlara herkesin eşit erişim hakkına sahip olduğu fikri, Anayasa ve Kıyı Kanunu’na dayanıyor. Çevreciler, yeni düzenlemenin bu ilkelere aykırı olabileceğini ve kıyıların özelleştirilmesine yol açabileceğini savunuyor.
26 Haziran 2025 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan “Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”, Türkiye’nin turizm sektöründe yeni bir dönemi başlatan önemli bir adım olarak dikkat çekiyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında kalan ormanlık alanların kamu kullanımına açık olmak şartıyla turizm yatırımlarına tahsis edilmesi yetkisi veren bu düzenleme, hem ekonomik fırsatlar hem de çevresel tartışmalar yaratıyor.
Yönetmeliğin 12. maddesine eklenen fıkra, bu alanların turizm projeleri için kullanılmasını mümkün kılarken, çevresel sürdürülebilirlik ve kamu yararı gibi konular gündeme geliyor. Bu düzenleme, Türkiye’nin dünya turizmindeki yükselişini desteklemeyi amaçlasa da, doğal ekosistemlerin korunması ve halkın kıyılara erişim hakkı gibi konularda dikkatli bir denge gerektiriyor. Bu makale, yönetmeliğin detaylarını, ekonomik ve çevresel etkilerini, kamuoyundaki tepkileri ve gelecekteki olası yansımalarını kapsamlı bir şekilde ele alıyor.
Yönetmelik Değişikliğinin Kapsamı ve Amacı
Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik, 21 Temmuz 2006 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve o tarihten itibaren Türkiye’nin turizm sektöründe kamu arazilerinin yatırımcılara tahsis edilmesi için bir çerçeve sunmuştur. 26 Haziran 2025 tarihinde yayımlanan değişiklik, bu yönetmeliğin 12. maddesine yeni bir fıkra ekleyerek, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tasarruf hakkı verilen orman alanlarının kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında kalan bölümlerinin turizm yatırımlarına tahsis edilebilmesine olanak tanıyor.
Bu düzenleme, özellikle kamu kullanımına açık olma şartıyla, bu alanların turistik tesisler, oteller, tatil köyleri veya rekreasyon alanları gibi projeler için kullanılmasını mümkün kılıyor. Yönetmelik, bu alanların özel sektöre devredilmek yerine, halkın erişimine açık kalmasını sağlayarak kamu yararını koruma hedefini taşıyor. Ancak, bu şartın nasıl uygulanacağı ve denetleneceği, düzenlemenin en kritik noktalarından biri olarak öne çıkıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu tahsis süreçlerini yönetirken, çevresel etki değerlendirme (ÇED) raporları, yerel halkın görüşleri ve bağımsız denetim mekanizmaları gibi araçlarla şeffaflığı ve sürdürülebilirliği sağlamayı amaçlıyor. Bu düzenleme, Türkiye’nin turizm gelirlerini artırma ve yeni destinasyonlar yaratma hedefiyle uyumlu bir adım olarak değerlendiriliyor, ancak çevresel ve hukuki tartışmalar da beraberinde geliyor.
Ekonomik Potansiyel ve Turizm Hedefleri
Türkiye, 2024 yılında 56,7 milyon yabancı ziyaretçi ve toplam 62,3 milyon ziyaretçi ile dünya turizminde 4. sıraya yükselerek büyük bir başarı elde etti. Bu yükseliş, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın uzun vadeli vizyonu ve stratejik yatırımlarının bir sonucu olarak görülüyor. Kıyı kenarındaki ormanlık alanların turizme tahsis edilmesi, bu başarının daha da ileriye taşınması için önemli bir fırsat sunuyor. Ege ve Akdeniz bölgelerindeki kıyı şeritleri, doğal güzellikleri, eşsiz manzaraları ve biyolojik çeşitliliğiyle, turizm yatırımları için oldukça cazip alanlar olarak öne çıkıyor.
Bu bölgelerde kurulacak lüks oteller, tatil köyleri, eko-turizm tesisleri ve doğa turizmi odaklı projeler, Türkiye’nin turizm gelirlerini artırabilir. Örneğin, Muğla’nın Fethiye, Datça veya Bodrum gibi bölgelerinde, ormanlık alanlarla deniz manzarasının birleştiği noktalar, hem yerli hem de yabancı turistler için çekici destinasyonlar haline gelebilir. Bu yatırımlar, yerel ekonomilere doğrudan katkılar sağlayarak yeni iş imkanları yaratabilir ve yerel esnafın gelirlerini artırabilir. Antalya, İzmir ve Aydın gibi turizm merkezlerinde, yeni tesislerin açılmasıyla istihdamın artması ve yerel ürünlerin tanıtımı için yeni fırsatlar doğması bekleniyor.
Ayrıca, bu alanların turizme kazandırılması, Türkiye’nin dört mevsim turizm hedefini destekleyerek, yaz turizminin ötesine geçen bir çeşitlendirme sağlayabilir. Doğa turizmi, macera turizmi, wellness turizmi ve kültürel etkinlikler gibi niş alanlar, bu yeni tahsis edilen bölgelerde geliştirilebilir. Örneğin, ormanlık alanlarda trekking rotaları, kamp alanları veya yoga merkezleri gibi projeler, doğayla iç içe bir turizm deneyimi sunabilir. Ancak, bu ekonomik potansiyelin sürdürülebilir olması için, çevresel etkilerin dikkatle yönetilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, kısa vadeli ekonomik kazançlar, uzun vadeli çevresel kayıplara yol açabilir ve Türkiye’nin doğal güzellikleri zarar görebilir.

Çevresel Endişeler ve Hukuki Tartışmalar
Yönetmelik değişikliği, kıyı kenarındaki ormanlık alanların turizme tahsisini mümkün kılarak çevresel ve hukuki tartışmaları da beraberinde getirdi. Türkiye’nin Anayasa’sının 43. maddesi ve 1982 tarihli Kıyı Kanunu, kıyıların kamu yararı gözetilerek kullanılması gerektiğini ve herkesin bu alanlara eşit erişim hakkına sahip olduğunu vurguluyor. Ancak, yeni düzenlemenin, kıyı kenar çizgisinin deniz tarafındaki ormanlık alanları turizm yatırımlarına açması, bu ilkelere aykırı olabileceği yönünde eleştirilere yol açıyor. Çevreci gruplar ve sivil toplum örgütleri, bu alanların yapılaşmaya açılmasının doğal ekosistemlere ciddi zararlar verebileceğini savunuyor. Kıyı şeridindeki ormanlık alanlar, endemik bitki ve hayvan türleri için kritik yaşam alanları oluşturuyor.
Bu bölgelerde yapılacak inşaat faaliyetleri, biyolojik çeşitliliği tehdit edebilir, deniz ekosistemlerini etkileyebilir ve doğal manzaraların bozulmasına yol açabilir. Örneğin, kıyı şeridinde yer alan caretta caretta gibi nesli tükenmekte olan türlerin üreme alanları, turizm yatırımları nedeniyle zarar görebilir. Ayrıca, ormanlık alanların karbon tutma kapasitesi, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir rol oynuyor ve bu alanların tahrip edilmesi, çevresel sürdürülebilirlik hedeflerini sekteye uğratabilir. Hukuki açıdan, düzenlemenin Anayasa ve Kıyı Kanunu ile uyumluluğu tartışılıyor.
Bazı hukuk uzmanları, kamu kullanımına açık olma şartının yeterince açık tanımlanmadığını ve bu belirsizliğin, kıyıların özelleştirilmesine yol açabileceğini öne sürüyor. Bu tür endişeler, geçmişte benzer tahsis süreçlerinde halkın kıyılara erişiminin kısıtlandığı örneklerle destekleniyor. Çevreci gruplar, bu düzenlemenin yargı yoluyla iptal edilebileceğini ve kıyıların korunması için daha sıkı denetim mekanizmalarına ihtiyaç duyulduğunu ifade ediyor. Bu tartışmalar, yönetmeliğin uygulanma sürecinde şeffaflık, denetim ve kamu katılımının önemini bir kez daha ortaya koyuyor.
Kamu Kullanımına Açıklık ve Denetim Mekanizmaları
Yönetmelikte vurgulanan “kamu kullanımına açık olma” şartı, kıyı kenarındaki ormanlık alanların turizme tahsisinde temel bir prensip olarak öne çıkıyor. Bu şart, bu alanların yalnızca özel sektör tarafından kullanılmayacağını, halkın da bu bölgelerden faydalanabileceğini garanti etmeyi amaçlıyor. Örneğin, tahsis edilen alanlarda plajların ücretsiz erişime açık kalması, yürüyüş yollarının korunması veya rekreasyon alanlarının halka açık tutulması gibi uygulamalar, kamu kullanımına açıklık ilkesini destekleyebilir. Ancak, bu şartın uygulamada nasıl hayata geçirileceği, yönetmeliğin başarısını belirleyecek kritik bir faktör olarak görülüyor.
Geçmişte, kamu arazilerinin turizm yatırımlarına tahsis edildiği bazı projelerde, halkın erişiminin kısıtlandığı veya özel işletmeler tarafından alanların kontrol edildiği durumlar yaşanmıştı. Bu tür örnekler, kamuoyunda yönetmeliğe yönelik güven eksikliğine yol açıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, bu alanların tahsis süreçlerini şeffaf bir şekilde yönetmesi ve güçlü denetim mekanizmaları oluşturması gerekiyor. Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporlarının hazırlanması, yerel halkın ve sivil toplum örgütlerinin görüşlerinin alınması ve bağımsız denetim kuruluşlarının sürece dahil edilmesi, bu projelerin çevresel ve sosyal sürdürülebilirliğini artırabilir.
Ayrıca, tahsis edilen alanlarda yapılacak yatırımların çevresel standartlara uygunluğu, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde dikkatle izlenmelidir. Bakanlık, yerel yönetimler ve çevreci gruplarla iş birliği yaparak, toplumun farklı kesimlerinin endişelerini adreslemeli ve projelerin kamu yararı doğrultusunda yürütülmesini sağlamalı. Bu denetim mekanizmaları, hem çevresel koruma hem de halkın kıyılara erişim hakkı açısından kritik öneme sahip. Şeffaf ve katılımcı bir süreç, yönetmeliğin uygulanmasında ortaya çıkabilecek eleştirileri azaltabilir ve kamuoyunun güvenini kazanabilir.
Türkiye’nin Turizm Vizyonu ve Yeni Destinasyonlar
Türkiye’nin turizm vizyonu, son yıllarda çeşitlendirme, sürdürülebilirlik ve küresel rekabet gücünü artırma üzerine odaklanıyor. Kıyı kenarındaki ormanlık alanların turizme tahsis edilmesi, bu vizyonun bir parçası olarak değerlendiriliyor. Türkiye, 2024 yılında dünya turizminde 4. sıraya yükselerek önemli bir başarı elde etti ve bu ivmeyi sürdürmek için yeni destinasyonlar yaratmayı hedefliyor. Kıyı şeridindeki ormanlık alanlar, doğal güzellikleri ve eşsiz manzaralarıyla, yeni turizm destinasyonları için büyük bir potansiyel sunuyor. Ege ve Akdeniz bölgelerindeki bu alanlar, lüks otellerden eko-turizm tesislerine, macera turizminden kültürel etkinlik alanlarına kadar geniş bir yelpazede kullanılabilir.
Örneğin, Muğla’nın Datça yarımadasında veya Antalya’nın Kaş bölgesinde, ormanlık alanlarla deniz manzarasının birleştiği noktalar, doğa turizmi için ideal destinasyonlar olabilir. Bu bölgelerde trekking rotaları, kamp alanları, bisiklet parkurları veya wellness merkezleri gibi projeler, Türkiye’nin turizm portföyünü çeşitlendirebilir. Ayrıca, bu alanların turizme kazandırılması, Türkiye’nin dört mevsim turizm hedefini destekleyerek, yaz turizminin ötesine geçen bir çekim gücü yaratabilir.
Ancak, bu yeni destinasyonların geliştirilmesi, çevresel sürdürülebilirlik ilkelerine bağlı kalmayı gerektiriyor. Türkiye, geçmişte turizm yatırımları nedeniyle çevresel zararlarla karşılaşmış ve bu durum, hem yerel halk hem de uluslararası kamuoyu tarafından eleştirilmişti. Yeni yönetmelikle birlikte, bu tür yatırımların çevresel etkilerinin en aza indirilmesi ve yerel halkın ekonomik fayda sağlaması için dikkatli bir planlama yapılması gerekiyor. Örneğin, yerel üreticilerin ve esnafın turizm projelerine entegre edilmesi, ekonomik kalkınmayı destekleyebilir.
Ayrıca, uluslararası standartlara uygun çevre dostu tesislerin teşvik edilmesi, Türkiye’nin küresel turizm pazarındaki imajını güçlendirebilir. Bu süreçte, Bakanlığın şeffaf ve katılımcı bir yaklaşım benimsemesi, hem çevresel hem de sosyal sorumluluk bilincini yansıtacak ve Türkiye’nin turizmdeki lider konumunu pekiştirecektir.
Toplum ve Çevreci Grupların Endişeleri
Yönetmelik değişikliği, kamuoyunda ve çevreci gruplar arasında önemli tartışmalara yol açtı. Kıyı kenarındaki ormanlık alanların turizme tahsis edilmesi, çevresel sürdürülebilirlik ve halkın kıyılara erişim hakkı konularında ciddi endişeler uyandırıyor. Çevreci gruplar, bu alanların yapılaşmaya açılmasının, biyolojik çeşitliliği tehdit edebileceğini ve doğal ekosistemlere geri dönüşü olmayan zararlar verebileceğini savunuyor. Kıyı şeridindeki ormanlık alanlar, endemik bitki ve hayvan türleri için önemli yaşam alanları oluşturuyor. Örneğin, Akdeniz fokları, caretta caretta kaplumbağaları ve çeşitli kuş türleri gibi nesli tükenmekte olan canlılar, bu bölgelerde yaşamlarını sürdürüyor.
Turizm yatırımları, bu türlerin habitatlarını tahrip edebilir ve ekosistem dengesini bozabilir. Ayrıca, ormanlık alanların karbon tutma kapasitesi, iklim değişikliğiyle mücadelede kritik bir rol oynuyor ve bu alanların yapılaşmaya açılması, çevresel sürdürülebilirlik hedeflerini tehlikeye atabilir. Kamuoyunda, kıyıların özelleştirilmesine yol açabileceği endişesi de hakim. Anayasa’nın 43. maddesi ve Kıyı Kanunu, kıyıların halkın ortak malı olduğunu ve herkesin eşit erişim hakkına sahip olduğunu vurguluyor. Ancak, geçmişte benzer tahsis süreçlerinde, kamu kullanımına açık olması gereken alanların özel işletmeler tarafından kontrol edildiği örnekler, bu endişeleri güçlendiriyor.
Çevreci gruplar ve yerel halk, tahsis süreçlerine dahil edilmediklerini ve projelerin şeffaf bir şekilde yürütülmediğini ifade ediyor. Bu durum, yönetmeliğin uygulanma sürecinde daha fazla şeffaflık ve kamu katılımı gerektirdiğini gösteriyor. Sivil toplum örgütleri, ÇED raporlarının bağımsız kuruluşlar tarafından hazırlanmasını ve yerel halkın görüşlerinin dikkate alınmasını talep ediyor. Ayrıca, bazı uzmanlar, düzenlemenin yargı yoluyla iptal edilebileceğini ve kıyıların korunması için daha sıkı yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulduğunu savunuyor. Bu tartışmalar, Türkiye’nin turizm yatırımları ile çevresel koruma arasında bir denge kurması gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor.
Sonuç
26 Haziran 2025 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan “Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”, Türkiye’nin turizm sektöründe yeni bir sayfa açıyor. Kıyı kenarındaki ormanlık alanların turizme tahsis edilmesi, ekonomik kalkınma ve turizm gelirlerini artırma potansiyeli sunarken, çevresel sürdürülebilirlik ve kamu yararı konularında ciddi tartışmalara yol açıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, bu alanların kamu kullanımına açık kalmasını sağlama ve çevresel etkileri en aza indirme sorumluluğu, yönetmeliğin başarısını belirleyecek. Şeffaf denetim mekanizmaları, ÇED raporları ve yerel halkın katılımı, bu sürecin sürdürülebilirliğini artırabilir. Türkiye’nin dünya turizmindeki lider konumunu güçlendirmek için attığı bu adım, çevresel ve sosyal sorumluluk bilinciyle dengelenirse, hem ekonomik hem de kültürel açıdan uzun vadeli faydalar sağlayabilir.
Ancak, çevreci grupların ve kamuoyunun endişeleri, bu sürecin dikkatle yönetilmesi gerektiğini gösteriyor. Türkiye, turizm hedeflerini gerçekleştirirken, doğal ve kültürel mirasını koruma sorumluluğunu da göz ardı etmemeli.
Kaynaklar
Bu makaledeki bilgiler, 26 Haziran 2025 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan “Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ve ilgili haber kaynaklarına dayanarak hazırlanmıştır. Aşağıda, yönetmelik ve turizm yatırımlarıyla ilgili genel bilgi sağlayabilecek bazı kaynak türleri ve örnekleri (gerçek ve güncel bağlantılarla) bulunmaktadır:
- T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı: Turizm yatırımları ve kamu taşınmazlarının tahsisiyle ilgili resmi bilgiler. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Resmi Sitesi
- Resmi Gazete: Yönetmelik değişikliklerinin tam metni. Resmi Gazete
- Anadolu Ajansı (AA): Yönetmelik değişikliğiyle ilgili haber arşivleri. Anadolu Ajansı
- Hürriyet: Resmi Gazete kararları ve turizm yatırımlarıyla ilgili haberler. Hürriyet
- Bianet: Kıyıların turizme tahsisi ve çevresel etkileri hakkında haberler. Bianet
Not: Verilen bağlantılar genel kaynaklara yönlendirme amaçlıdır ve sürekli güncellenen web siteleridir. Spesifik haber, rapor veya düzenlemeler için bu platformlarda detaylı arama yapılması önerilir.
Sık Sorulan Sorular
Kıyı kenarındaki ormanlık alanların turizme tahsis edilmesi ne anlama geliyor?
Kıyı kenarındaki ormanlık alanların turizme tahsis edilmesi, 26 Haziran 2025 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan “Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile hayata geçirilen bir düzenlemedir. Bu yönetmelik, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tasarruf hakkı verilen orman alanlarının, kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında kalan bölümlerinin, kamu kullanımına açık olmak şartıyla turizm yatırımlarına tahsis edilebilmesini sağlıyor. Bu, söz konusu alanlarda oteller, tatil köyleri, rekreasyon alanları veya eko-turizm tesisleri gibi turistik projelerin geliştirilebileceği anlamına geliyor. Yönetmelik, bu alanların halkın erişimine açık kalmasını garanti etmeyi amaçlıyor, ancak bu şartın nasıl uygulanacağı ve denetleneceği, düzenlemenin en kritik yönlerinden biri olarak öne çıkıyor. Bu değişiklik, Türkiye’nin turizm gelirlerini artırma ve yeni destinasyonlar yaratma hedefiyle uyumlu bir adım olarak değerlendiriliyor. Özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerindeki kıyı şeritleri, doğal güzellikleri ve eşsiz manzaralarıyla, turizm yatırımları için büyük bir potansiyel sunuyor. Örneğin, Muğla’nın Datça veya Antalya’nın Kaş gibi bölgelerinde, ormanlık alanlarla deniz manzarasının birleştiği noktalar, lüks oteller veya doğa turizmi projeleri için ideal alanlar olabilir. Ancak, bu düzenleme, çevresel sürdürülebilirlik ve kamu yararı gibi konularda tartışmalara yol açıyor. Çevreci gruplar, bu alanların yapılaşmaya açılmasının biyolojik çeşitliliği tehdit edebileceğini ve doğal ekosistemlere zarar verebileceğini savunuyor. Anayasa’nın 43. maddesi ve Kıyı Kanunu, kıyıların halkın ortak malı olduğunu ve herkesin eşit erişim hakkına sahip olduğunu vurguluyor. Bu nedenle, kamu kullanımına açıklık şartının etkili bir şekilde denetlenmesi, halkın bu alanlara erişiminin korunması açısından kritik önem taşıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu süreçte şeffaf bir yaklaşım benimseyerek, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporları ve yerel halkın görüşleri gibi araçlarla projelerin çevresel ve sosyal etkilerini en aza indirmeyi hedefliyor. Ancak, geçmişte benzer tahsis süreçlerinde yaşanan sorunlar, bu düzenlemenin uygulanmasında daha sıkı denetim mekanizmalarına ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor. Bu tartışmalar, Türkiye’nin turizm hedefleriyle çevresel koruma arasında bir denge kurmasının önemini bir kez daha ortaya koyuyor.
Yeni yönetmelik Türkiye’nin turizm sektörüne nasıl bir katkı sağlayacak?
Kıyı kenarındaki ormanlık alanların turizme tahsis edilmesi, Türkiye’nin turizm sektörüne önemli katkılar sağlama potansiyeli taşıyor. Türkiye, 2024 yılında 56,7 milyon yabancı ziyaretçi ve toplam 62,3 milyon ziyaretçi ile dünya turizminde 4. sıraya yükselerek büyük bir başarı elde etti. Yeni yönetmelik, bu başarının daha da ileriye taşınması için yeni fırsatlar sunuyor. Kıyı şeridindeki ormanlık alanlar, doğal güzellikleri ve eşsiz manzaralarıyla, lüks oteller, tatil köyleri, eko-turizm tesisleri ve rekreasyon alanları gibi projeler için cazip bölgeler olarak öne çıkıyor. Bu alanlarda geliştirilecek turizm projeleri, yerel ekonomilere doğrudan katkılar sağlayabilir; yeni iş imkanları yaratabilir ve yerel esnafın gelirlerini artırabilir. Örneğin, Antalya, Muğla ve İzmir gibi turizm merkezlerinde, yeni tesislerin açılmasıyla istihdamın artması ve yerel ürünlerin tanıtımı için yeni fırsatlar doğması bekleniyor. Ayrıca, bu düzenleme, Türkiye’nin dört mevsim turizm hedefini destekleyerek, yaz turizminin ötesine geçen bir çeşitlendirme sağlayabilir. Doğa turizmi, macera turizmi ve wellness turizmi gibi niş alanlar, bu yeni tahsis edilen bölgelerde geliştirilebilir. Örneğin, ormanlık alanlarda trekking rotaları, kamp alanları veya yoga merkezleri gibi projeler, doğayla iç içe bir turizm deneyimi sunabilir. Bu tür yatırımlar, Türkiye’nin küresel turizm pazarındaki rekabet gücünü artırarak, daha yüksek gelir getiren turist segmentlerini çekebilir. Ancak, bu ekonomik katkılar, çevresel sürdürülebilirlik ilkelerine bağlı kalmayı gerektiriyor. Kıyı şeridindeki ormanlık alanların yapılaşmaya açılması, biyolojik çeşitliliği ve deniz ekosistemlerini tehdit edebilir. Bu nedenle, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, çevresel etki değerlendirme raporları ve bağımsız denetim mekanizmalarıyla bu projeleri sıkı bir şekilde denetlemesi gerekiyor. Ayrıca, yerel halkın ekonomik fayda sağlaması için, yerel üreticilerin ve esnafın bu projelere entegre edilmesi büyük önem taşıyor. Örneğin, yöresel ürünlerin satışı veya el sanatları atölyeleri gibi girişimler, turizm yatırımlarının yerel ekonomilere katkısını artırabilir. Bakanlık, bu süreçte şeffaf ve katılımcı bir yaklaşım benimseyerek, hem ekonomik kalkınmayı hem de çevresel korumayı dengelemeyi hedeflemeli. Bu denge, Türkiye’nin turizmdeki lider konumunu uzun vadede sürdürebilmesi için kritik bir öneme sahip.
Kıyıların kamu kullanımına açık olması ne anlama geliyor?
Yönetmelikte belirtilen “kamu kullanımına açık olma” şartı, kıyı kenarındaki ormanlık alanların turizme tahsis edilirken halkın bu alanlardan faydalanmaya devam edebileceğini garanti etmeyi amaçlıyor. Bu, teorik olarak, bu alanların özel sektöre tamamen devredilmeyeceği ve halkın plajlara, yürüyüş yollarına veya rekreasyon alanlarına ücretsiz veya uygun koşullarla erişebileceği anlamına geliyor. Örneğin, tahsis edilen bir alanda inşa edilen bir otelin plajı, halkın kullanımına açık tutulabilir veya ormanlık alanda oluşturulan yürüyüş yolları, yerel halk ve turistler tarafından ortaklaşa kullanılabilir. Bu şart, Anayasa’nın 43. maddesi ve Kıyı Kanunu’nun, kıyıların halkın ortak malı olduğu ve herkesin eşit erişim hakkına sahip olduğu ilkesine dayanıyor. Ancak, bu şartın uygulamada nasıl hayata geçirileceği, yönetmeliğin en tartışmalı yönlerinden biri olarak öne çıkıyor. Geçmişte, kamu arazilerinin turizm yatırımlarına tahsis edildiği bazı projelerde, halkın erişiminin kısıtlandığı veya özel işletmeler tarafından alanların kontrol edildiği durumlar yaşanmıştı. Bu örnekler, kamuoyunda yönetmeliğe yönelik güven eksikliğine yol açıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, bu alanların kamu kullanımına açık kalmasını sağlamak için güçlü denetim mekanizmaları oluşturması gerekiyor. Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporlarının bağımsız kuruluşlar tarafından hazırlanması, yerel halkın görüşlerinin alınması ve düzenli denetimlerin yapılması, bu şartın etkili bir şekilde uygulanmasını sağlayabilir. Ayrıca, tahsis edilen alanlarda yapılacak yatırımların çevresel standartlara uygunluğu, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde dikkatle izlenmelidir. Bakanlık, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri ve çevreci gruplarla iş birliği yaparak, toplumun farklı kesimlerinin endişelerini adreslemeli ve projelerin şeffaf bir şekilde yürütülmesini sağlamalı. Bu süreç, halkın kıyılara erişim hakkını korurken, turizm yatırımlarının ekonomik faydalarını en üst düzeye çıkarabilir. Ancak, denetim mekanizmalarının zayıf kalması durumunda, kamu kullanımına açıklık şartı yalnızca kağıt üzerinde kalabilir ve kıyıların özelleştirilmesine yönelik eleştiriler artabilir. Bu nedenle, Bakanlığın bu konuda şeffaf ve hesap verebilir bir yaklaşım benimsemesi, yönetmeliğin başarısı için kritik önem taşıyor.