OECD Raporu: Makroekonomik Denge ile Türkiye’ye Gelen Turist ve Yatırımcı Sayısı Artacak

Makroekonomik İstikrarın Temel Unsurları ve Türkiye’nin Durumu OECD raporu, makroekonomik istikrar, bir ülkenin ekonomik büyüme potansiyelini sürdürülebilir kılmak, fiyat istikrarını sağlamak, bütçe disiplinini korumak ve yatırımcı güvenini artırmak için gerekli tüm politika ve kurumsal yapıları...

Yazar Burcu Tekin

Tarih: 4 Haziran 2025

Makroekonomik İstikrarın Temel Unsurları ve Türkiye’nin Durumu

OECD raporu, makroekonomik istikrar, bir ülkenin ekonomik büyüme potansiyelini sürdürülebilir kılmak, fiyat istikrarını sağlamak, bütçe disiplinini korumak ve yatırımcı güvenini artırmak için gerekli tüm politika ve kurumsal yapıları kapsar. Bu bağlamda, enflasyon oranının uzun süre yüksek seyretmesi, döviz kurlarında oynaklık, bütçe açığının yüksek seviyelerde kalması ve finansal piyasalarda belirsizlik yaratan unsurlar makroekonomik istikrarı zedeler. Türkiye’nin içinde bulunduğu dinamik ekonomik yapıda, son dönemde enflasyonun yüksek seviyelerden aşağıya çekilmeye başlaması ve maliye politikalarında sıkılaştırmaya gidilmesi, makroekonomik istikrar açısından kritik bir adım olarak görülüyor.

OECD Başekonomisti Alvaro Pereira, Türkiye’de para ve maliye politikalarının kararlılıkla sürdürülmesinin enflasyonda düşüş sağladığına ve bunun makroekonomik istikrarı güçlendirdiğine dikkat çekti.
Para politikasında faiz oranlarının normalleşme sürecine girmesi ve mali disiplinin artması, enflasyonist baskıların zayıflamasına katkı sağlıyor. OECD’nin 2024 yılı Ekonomik Görünüm Raporu’nda, Türkiye’nin parasal sıkılaştırma adımlarının meyvelerini verdiği ve yıllık ortalama enflasyonun 2025’te yaklaşık yüzde 30, 2026’da ise yüzde 18,5 seviyesine gerileyeceği öngörülüyor. Buna ek olarak, OECD tahminlerine göre enflasyonun 2026’nın son çeyreğinde yüzde 15 civarına düşmesi bekleniyor. Bu çerçevede, Türkiye’nin makroekonomik politikalarında tutarlılık ve öngörülebilirlik sağlanması, hem yerli hem de yabancı yatırımcı açısından güven ortamını güçlendiriyor.


Maliye politikası tarafında da bütçe açığının GSYH’ye oranının 2024’te yüzde 4,9’dan 2025’te yüzde 3,3’e, 2026’da ise yüzde 3,0 seviyelerine düşmesi bekleniyor. Bu iyileşmenin büyük ölçüde vergi gelirlerindeki artış ve kamu harcamalarındaki tasarruf tedbirlerinden kaynaklanacağı öngörülmektedir. Ayrıca, sermaye harcamalarında da 2025 itibarıyla düşüş öngörülüyor; bu sayede mali konsolidasyon güçlü bir zemine kavuşacak ve uzun vadede kamu borç stokunun GSYH’ye oranı daha sürdürülebilir seviyelere gerileyecek.


Türkiye’de orta ve uzun vadede doğrudan yabancı yatırım çekme kapasitesinin en önemli unsurlarından biri de makroekonomik istikrardır. OECD’nin 2024 Ekonomik Görünüm Raporu’na göre, yatırımcı dostu bir ortamın oluşması, enflasyonun düşürülmesi ve kamu maliyesinin kontrol altına alınması, yabancı yatırımcı kararlarında belirleyici rol oynuyor. Aynı raporda, yapısal reformların—özellikle vergi tabanının genişletilmesi, sosyal yardım sistemlerinin güçlendirilmesi ve iş gücü piyasasında reformların sürdürülmesi—makroekonomik istikrarı destekleyeceği ifade ediliyor. Bu çerçevede, Türkiye’nin para ve maliye politikalarının birbirinden bağımsız ancak uyumlu bir şekilde sürmesi büyük önem taşıyor.

OECD Raporu

Türkiye’nin Enflasyonla Mücadele Sürecinde Kaydettiği Gelişmeler

Türkiye, 2018 sonrasında yükselişe geçen enflasyon oranlarıyla mücadele sürecine girdi. Özellikle 2022 sonlarında yüzde 85,5 gibi rekor seviyelere ulaşan tüketici enflasyonu, 2023 ve 2024 boyunca uygulanan para politikası sıkılaştırmaları sonucunda kademeli olarak gerileme eğilimine girdi. Mehmet Şimşek’in Haziran 2023’te Hazine ve Maliye Bakanı olarak atanması sonrası para politikasında daha ortodoks adımlar atıldı; bu adımların sonucunda 2025 başında enflasyon oranı yüzde 42,1’e gerilerken, 2024 yılı itibarıyla yüzde 35-36 arasında dalgalandı. OECD’nin tahminlerine göre, 2025 yılı sonunda yıllık ortalama enflasyonun yüzde 30 civarında, 2026’da ise yüzde 18,5 düzeyinde gerçekleşmesi bekleniyor.


Enflasyonun hızla gerilemesine rağmen, hizmet enflasyonunun daha yapışkan seyrettiği ve mal fiyatlarının görece daha hızlı aşağı yönlü hareket ettiği gözlemlendi. OECD Başekonomisti Pereira da enflasyonun inatçı bir yapısı olabileceğini ancak para ve maliye politikalarının kararlılıkla sürdürülmesinin bu yapışkanlığı kıracağını vurguladı. Ayrıca, Eylül 2024 itibarıyla erken uyarı sinyalleri alınmasına rağmen, politikalardaki kararlılığın devam etmesi durumunda enflasyonun 2026 sonuna kadar yüzde 15 seviyelerine gerileyeceği öngörülüyor.


Mali konsolidasyon sürecinde kamu gelirlerinin artırılması ve kamu harcamalarında tasarrufa gidilmesi, bütçe açığının GSYH’ye oranını düşürme hedefine önemli katkı sağlıyor. OECD’nin 2024 Ekonomik Görünüm Raporu’nda, 2025 için yüzde 3,3, 2026 için yüzde 3,0 seviyelerine indirilecek bütçe açığının, vergi hasılatındaki iyileşmeden ve sermaye harcamalarındaki kısıntıdan kaynaklanacağı belirtildi. Bu iyileşme, uzun vadede kamu borç stokunun GSYH’ye oranının sürdürülebilir seviyelere inmesine zemin hazırlayacak. Aynı raporda, mali disiplinden sapılmaması halinde enflasyonla mücadelede elde edilen kazanımların korunacağı ve Türkiye’nin finansman maliyetlerinde belirgin bir düşüş yaşanabileceği vurgulandı.


Enflasyonla mücadele sürecinin diğer kritik bir unsuru da merkez bankasının bağımsızlığı ve şeffaflığıdır. 2023 başından itibaren Merkez Bankası’nın faiz oranlarını piyasa beklentilerine göre belirlemesi, döviz kuru oynaklığını sınırlayan adımlar atması ve rezerv yönetimini güçlendiren politikalar izlemesi, para politikası güvenilirliğini artırdı. Bu sayede, Türkiye’nin risk primi düşüşe geçti ve yabancı yatırımcı ilgisi geçmişe kıyasla yükselme eğilimi gösterdi. Ancak, orta vadede merkez bankasının bağımsızlığına yönelik risklerin ortadan kaldırılması, piyasa güveninin sürdürülmesi için zorunlu bir koşul olarak öne çıkıyor.

Turizm Sektöründe Son Durum ve Potansiyel Büyüme

Türkiye, küresel ölçekte turizm alanında üst sıralarda yer alıyor. 2023 yılında 55,2 milyon yabancı ziyaretçi ağırlayarak dünyada en çok ziyaret edilen beşinci ülke konumuna yükseldi. 2024 yılında ise yabancı turist sayısında 52,6 milyon seviyesine gerileme gözlemlense de, turizm gelirleri rekor seviyelere ulaştı. 2024 itibarıyla turizm gelirlerinin 61,1 milyar dolara çıkması, sektörün GSYH içindeki payının yaklaşık yüzde 12,5’e yükselmesini sağladı. Sektörün pandemi sonrası toparlanma süreci, uluslararası tur operatörlerinin Türkiye destinasyonlarına yönelik taleplerini artırdı ve Antalya, Muğla, İstanbul gibi turistik bölgelerde otel doluluk oranları yüzde 80-90 bandında seyretti.


Turizmdeki bu canlanmanın arkasında, Türkiye’nin tarihi ve kültürel mirası, coğrafi çeşitliliği, uygun fiyatlar ve hizmet kalitesindeki iyileşmeler etkili oldu. 2024 yılı verilerine göre, Avrupa pazarından gelen turist sayısı yüzde 15 artarken, Orta Doğu pazarından gelen ziyaretçilerde yüzde 20’ye yakın büyüme kaydedildi. Ayrıca, medikal turizmde elde edilen gelirler de 2019’daki 1 milyar dolar seviyesinden 2023 itibarıyla 2,5 milyar dolara yükseldi.


Makroekonomik istikrarın sağlanması, turizm sektörü için rekabet avantajını artıracak kritik bir faktör olarak öne çıkıyor. Yüksek enflasyon ve döviz kuru oynaklığı, turizm işletmelerinin maliyet yönetimini zorlaştırırken, yatırımcı ve işletmeciler açısından belirsizlik yaratıyor. Türkiye’de enflasyonun düşmesiyle birlikte, turizm tesislerinin enerji, personel ve hizmet girdisi maliyetlerinde kademeli bir rahatlama yaşanıyor; bu da işletmelerin fiyat rekabet gücünü artırıyor. Ayrıca, döviz kurlarındaki göreceli istikrar, yabancı turistlerin seyahat bütçesini öngörülebilir kılıyor ve uzun vadeli tur operatör anlaşmalarının maliyet yapılarına olumlu yansıyor.


Turist profilindeki çeşitlenme de sektörde yeni fırsatlar yaratıyor. Kültür turizminin yanı sıra kırsal turizm, sağlık/medikal turizm ve MICE (Toplantı, Incentive, Konferans, Etkinlik) segmentlerinde artan talep, destinasyon çeşitliliğini ve ilgili altyapı yatırımlarını tetikliyor. Özellikle, Göbeklitepe, Kapadokya ve Efes gibi UNESCO Dünya Mirası alanları gece müzeciliği, özel turlar ve deneyim odaklı paketler aracılığıyla turist çekiciliğini artırıyor. Bu gelişmelere paralel olarak, turizmde dijital pazarlama, altyapı yatırımları ve kalite standartlarının yükseltilmesi noktasında kamu-özel sektör iş birliği önem kazanıyor.

Doğrudan Yabancı Yatırım Akışları ve Makro İstikrar İlişkisi

Doğrudan yabancı yatırım (DYY), teknoloji transferi, finansman, istihdam ve ihracat kapasitesi açısından ekonomiler için kritik bir kaynak olarak kabul ediliyor. Türkiye, 2023 yılında 5,6 milyar dolar düzeyinde DYY girişine ev sahipliği yaptı; bu tutar 2022’deki 6,5 milyar dolara kıyasla bir miktar gerileme anlamına geliyor. Özellikle imalat sanayi, perakende, enerji ve hizmet sektörleri öne çıkarken; ABD pazarına yönelik ihracat potansiyeli taşıyan kimya, otomotiv ve tarım ürünleri sektörlerinde fırsatlar belirginleşiyor.


Makroekonomik istikrarın tesis edilmesi, yabancı yatırımcı açısından Türkiye’nin cazibesini artırıyor. OECD’nin 2024 Ekonomik Görünüm Raporu’na göre, orta ve uzun vadede DYY çeken ülkeler, politika belirsizliklerinin düşük, fiyat istikrarının sağlandığı ve mali disiplinin sürdürüldüğü ekonomiler arasından çıkıyor. Türkiye’de enflasyon oranlarının tek haneli seviyelere düşme eğilimine girmesi, döviz kuru istikrarı, kamu maliyesinde yakalanan iyileşme ve iş yapma ortamının iyileştirilmesi yönündeki adımlar, yabancı yatırımcı kararlarında önemli ölçüde etkili oluyor. Ayrıca, OECD raporunda Türkiye’nin Avrupa’da rekabet avantajına sahip olabileceği sektörler arasında yenilenebilir enerji, ileri teknoloji ürünleri, lojistik ve tarıma dayalı katma değeri yüksek sanayi ürünleri yer alıyor.


ABD ile ticaret ilişkilerinde sağlanacak uzlaşı da Türkiye’ye doğrudan yabancı yatırım çekme açısından belirleyici olacak. Alvaro Pereira, ABD’nin gümrük tarifelerinin toplamda doğrudan büyük bir etki yaratmayacağını belirtse de, bu tarifelerin azaltılması için sağlanacak mutabakatın Türkiye’nin ABD pazarına daha geniş ürün yelpazesiyle erişimini kolaylaştıracağını vurguladı. Aynı zamanda, yatırımcı güveninin kuvvetlenmesi, uzun vadeli sermaye akışlarının artmasına ve Türkiye’nin küresel üretim ağları içinde daha üst sıralara çıkmasına zemin hazırlayacak.


Yabancı yatırımcıların Türkiye’de karar verme süreçlerinde, makroekonomik istikrar kadar hukuki ve idari belirsizliklerin de düşük olması bekleniyor. Türkiye’de son dönemde bazı kurumsal düzenlemeler yapılmasına rağmen, yatırımcılardan gelen geri bildirimlerde vergi mevzuatındaki karmaşıklık, hukuki uyuşmazlık süreçlerinin uzun sürmesi ve iş gücü piyasasındaki kısıtlamalar eleştiriliyor. Bu alanlarda atılacak adımlar, yatırımcı dostu ortamı pekiştirerek doğrudan yabancı yatırım girişlerini destekleyecektir.

Politika Önerileri: Reform Alanları ve Uyumlu Adımlar

Türkiye’nin makroekonomik istikrarı güçlendirmesi ve sürdürülebilir büyüme hedeflerine erişebilmesi için iki temel alanda ilerlemesi gerekiyor: birincisi, enflasyonun düşürülmesi ve kamu maliyesinin kontrol altına alınması; ikincisi, Avrupa ve küresel pazarlarda rekabet avantajı elde edebileceği alanlarda yapısal reformların devam ettirilmesi. Enflasyonla mücadele sürecinde para politikasındaki sıkılaştırma ve mali disiplin, maliye politikasının koordinasyonu ile birlikte devam ettirilmeli. Ayrıca, vergi tabanının genişletilmesi, dolaylı vergilerin yaygınlaştırılması ve sosyal yardım sistemlerinin ihtiyaç odaklı hale getirilmesi, kamu finansman dengesinin uzun vadede korunmasına katkı sağlayacak.


Yapısal reformların ikinci ayağında, iş yapma ortamının iyileştirilmesi ve istihdam verimliliğinin artırılması için iş gücü piyasası esnekliğinin sağlanması, kayıt dışı ekonomiyle mücadele, kişi ve kurum vergisi yükünün adil dağılıma dayalı hale getirilmesi önem taşıyor. Aynı zamanda, Türkiye’nin Avrupa ortaklarıyla ticaret ilişkilerini derinleştirmesi, gümrük birliği kapsamında müzakere süreçlerini hızlandırması ve hizmet ticaretinin önündeki engelleri kaldırması, ihracat potansiyelini artıracak. Özellikle dijital hizmetler, e-ticaret ve yazılım sektörlerinde sağlanacak rekabetçi avantaj, orta ve uzun vadede katma değeri yüksek üretime geçişi destekleyecek.


Turizm alanında, sürdürülebilir turizm politikalarının sürdürülmesi, altyapı yatırımlarının çeşitlendirilmesi ve destinasyon yönetiminde kalite standartlarının yükseltilmesi, sektöre uzun vadeli büyüme dinamikleri kazandıracak. Deniz turizmi, kültür turizmi ve sağlık/medikal turizm gibi alt segmentlerde oluşturulacak markalaşma stratejileri, Türkiye’nin global turizm rekabetinde ön plana çıkmasını sağlayacak. Ayrıca, yerel yönetimlerle iş birliği içinde doğa ve ekoturizm alanlarına yönelik koruma tedbirlerinin artırılması, küresel ziyaretçi güvenini pekiştirecek.


Doğrudan yabancı yatırımların çekilmesinde hukuki çerçeveye yönelik atılması gereken adımlar arasında, yabancı yatırımcıların haklarının güvence altına alınması, uluslararası tahkim mekanizmalarının etkin kullanılması ve mülkiyet hakları konusunda netlik sağlanması yer alıyor. Yatırım Teşvik Sistemi’ndeki iyileştirmeler, bölgesel teşviklerin artırılması ve stratejik sektörlere yönelik desteklerin çeşitlendirilmesi, yatırımları hem nicelik hem de nitelik açısından artırarak Türkiye’yi bölgesel bir çekim merkezi haline getirecek.

Karşılaşılan Zorluklar, Riskler ve Dış Faktörler

Türkiye’nin makroekonomik istikrarı pekiştirme ve turizm ile yatırım alanında fırsatları değerlendirme yolunda karşılaştığı en büyük zorluklardan biri, küresel ekonomik belirsizliklerdir. ABD ve Çin arasında süregelen ticari gerilimler, küresel tedarik zincirlerinde aksamalara yol açarken, Türkiye’nin hem ihracat hem de turizm gelirleri üzerinde baskı oluşturabilir. OECD’nin Mart 2025 ara dönem Ekonomik Görünüm Raporu’na göre, küresel ekonomi ve ticaret politikalarındaki belirsizlikler, tüketici ve iş dünyası güveninde düşüşe neden olarak küresel büyüme tahminlerinin aşağı yönlü revize edilmesine yol açtı. Türkiye açısından, bu ortam dış talebin beklenenden daha yavaş toparlanmasına ve yatırımcı güveninin zayıflamasına neden olabilir.


Geopolitik riskler de Türkiye ekonomisi için öne çıkan bir diğer faktördür. Bölgesel jeopolitik gerilimlerin tırmanması, özellikle komşu ülkelerdeki çatışmalar ve iç politika dinamikleri, turistlerin seyahat tercihlerini etkileyebilir ve yatırımcı algısını olumsuz yönde şekillendirebilir. Ayrıca, enerji fiyatlarında ortaya çıkan dalgalanmalar, Türkiye’nin enerji ithalatı bağımlılığı nedeniyle enflasyon üzerinde yukarı yönlü baskı yaratma riski taşımaktadır. Bu nedenle, enerji arz güvenliğinin güçlendirilmesi, yenilenebilir enerji yatırımlarının hızlandırılması ve cari işlemler dengesini iyileştirecek stratejik adımlar atılması kritik önem arz ediyor.


Döviz kuru oynaklıkları ve finansman maliyetlerindeki artış, hem işletmelerin hem de hanehalklarının mali yükünü yükseltebilir. Bu noktada, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın rezerv yönetimini güçlendirecek politikalara devam etmesi, döviz rezervlerinin güvence altına alınması ve kur oynaklıklarının azaltılması için gerekli adımları atması gerekiyor. Ayrıca, finansal piyasalarda likidite yönetiminin etkinleştirilmesi, bankacılık sisteminde kredi hacminin kontrol altında tutulması ve tüketici kredilerindeki faiz yükünün hafifletilmesi, ekonominin şoklara karşı dirençliliğini artıracak.


Turizm özelinde, küresel iklim krizinin neden olduğu olağanüstü hava koşulları ve doğal afetlerin sıklık ve şiddetinin artması, turist güvenliğini ve destinasyon tercihlerini etkileyebilir. Kıyı bölgelerinde erozyon, su kıtlığı, orman yangınları ve deniz kirliliği sorunları ile mücadele etmek, sürdürülebilir turizme yönelik çalışmaların merkezine yerleşmeli. Bu alanda, çevresel ve sosyal sürdürülebilirliğe odaklanan politikalar izlenmesi, uzun vadede destinasyon markalaşmasına katkı sağlayacaktır.

Geleceğe Bakış ve Beklentiler

Türkiye’nin önümüzdeki dönemde makroekonomik istikrarı kalıcı hale getirme çabalarının, turizm ve doğrudan yabancı yatırıma pozitif katkı sağlaması bekleniyor. Dünya Bankası’nın Haziran 2025 itibarıyla yayınladığı ülke görünümü raporuna göre Türkiye, 2023’te yüzde 4,5, 2024’te yüzde 3,2 büyüme gerçekleştirmiş, 2025 için ise yaklaşık yüzde 3,1 büyüme öngörüsü bulunuyor. Bu büyüme projeksiyonları, enflasyonun düşürülmesi ve mali disiplinin korunması halinde gerçekleşebilir. Sürdürülebilir büyüme patikasının yakalanması, yabancı yatırımcıların uzun vadeli projelere kaynak ayırmasını destekleyecek ve turizm gelirlerinin artışını besleyecektir.


Turizmdeki büyüme trendi de önümüzdeki dönemde devam edecek gibi görünüyor. WTTC verilerine göre, 2024 yılında Türkiye’nin seyahat ve turizm sektörü, toplam GSYH katkısını yüzde 12,5 seviyesine çıkararak yeni rekorlara imza attı. Aynı raporda, seyahat ve turizm sektörünün desteklediği istihdamın 3,3 milyon kişiye kadar yükselmesi ve uluslararası ziyaretçi harcamalarının 2025’te 65 milyar doları aşması bekleniyor. Türkiye, kültürel mirası ve doğal zenginlikleriyle hem Avrupa hem Orta Doğu pazarlarından cazibesini korurken, Asya-Pasifik bölgesinden gelen turist sayısını da artırmayı hedefliyor. Bu bağlamda, destinasyon tanıtım faaliyetleri, dijital pazarlama ve marka iş birlikleri önemli rol oynayacak.


Doğrudan yabancı yatırım tarafında ise, Türkiye’nin 2025 ve 2026 projeksiyonları, uluslararası sermaye akışlarında kademeli artış sinyalleri veriyor. OECD tahminlerine göre, 2026’ya gelindiğinde enflasyon yüzde 15 seviyelerine gerileyerek makroekonomik istikrar tamamen sağlanmış olacak ve bu ortam, yabancı yatırımcıların Türkiye’de yeni projeleri hızlandırmasına neden olacak. Özellikle yenilenebilir enerji, ileri teknoloji, lojistik ve yüksek katma değerli tarım ürünleri gibi alanlarda yatırım çekme potansiyeli yükseliyor. Ayrıca, dijital dönüşüm odaklı start-up girişimlerinin büyüme ekosistemi, küresel yatırımcıların ilgisini çekecek yeni fırsatlar sunuyor.


Bütün bu gelişmelerin ışığında, makroekonomik istikrarı kalıcı hale getirmek adına atılacak adımlar, Türkiye’nin bir turizm ve yatırım merkezi olarak konumunu daha da güçlendirecek. Enflasyonun düşmesi, mali disiplinin korunması, yapısal reformların devam ettirilmesi, çevresel sürdürülebilirliğin gözetilmesi ve küresel belirsizliklere karşı dirençli politikalar izlenmesi, hem turist hem de yatırımcı sayısında artış sağlayarak ekonomik büyümeyi destekleyecek. Türkiye’nin orta ve uzun vadede izleyeceği ekonomik politikalar, bölgesel istikrarın da korunmasına katkı sunacak ve küresel ölçekte Türkiye’nin rekabet gücünü artıracak.

Kaynaklar

OECD ve Ekonomik Görünüm Raporları:

Türkiye Ekonomisi ve Enflasyon Verileri:

Turizm Verileri ve Trend Analizleri:

Yabancı Yatırım İstatistikleri:

Diğer Kaynaklar ve Akademik Çalışmalar:

Sık Sorulan Sorular

Makroekonomik istikrar nedir ve neden önemlidir?

Makroekonomik istikrar, enflasyon oranının kontrol altında tutulması, döviz kurunun büyük dalgalanmalar yaşamaması, bütçe disiplininin korunması ve genel ekonomik göstergelerde öngörülebilirliğin sağlanmasıdır. Bu istikrar, yatırımcıların ve turistlerin karar verme süreçlerinde belirsizlikleri azaltır, finansman maliyetlerini düşürür ve ekonomik büyümeyi sürdürülebilir kılar.

Türkiye’de enflasyonun düşmesi turizmi nasıl etkiler?

Enflasyon düşerken, hizmet maliyetleri (konaklama, yeme içme, ulaşım) daha makul seviyelerde seyretmeye başlar. Bu da ülkenin yurtdışından gelen ziyaretçiler için cazibesini artırır, çünkü turistler fiyat-­performans dengesinin daha istikrarlı olduğu bir destinasyonu tercih eder. Aynı zamanda, düşük enflasyon döviz kurunda aşırı oynaklığı sınırlar ve yabancı turistlerin seyahat bütçelerini daha rahat planlamalarına imkân tanır.

Döviz kuru istikrarı yabancı yatırımcı güvenini nasıl artırır?

Döviz kuru istikrarlı seyrettiğinde, yatırımcılar projelerinin gelecekte hangi maliyetle devam edeceğini ve getirisini öngörebilir. Ani kur dalgalanmaları, işletme maliyetlerini ve finansman giderlerini belirsiz kılarak yatırım riskini yükseltir. Türkiye’de döviz kurlarının daha tutarlı bir aralıkta kalması, hem uzun vadeli hem de kısa vadeli yabancı sermaye akışlarını teşvik eder.

Türkiye’ye doğrudan yabancı yatırım çekebilecek başlıca sektörler hangileridir?

Özellikle yenilenebilir enerji, ileri teknoloji ve yazılım, lojistik ve ulaştırma, katma değeri yüksek tarım ürünleri ile kimya ve otomotiv yan sanayi gibi alanlar öne çıkıyor. Bu sektörler, hem Avrupa hem de ABD ve bölgesel pazarlarda rekabet avantajı sağlama potansiyeline sahip. Makroekonomik istikrarla birlikte, hukuki altyapının güçlendirilmesi ve teşviklerin çeşitlendirilmesi bu alanlara yönelik yatırım akışını daha da artıracaktır.

Yorum yapın

Geri

UNESCO Mirası Efes Antik Kenti’nde Gece Müzeciliği Uygulamasının Başlangıcı

İleri

Ejderha Kayığı Festivali Tatili ve Çin’de İç Turizmin Canlanması